Japon Balığı Fanusta Neden Ölür? Bir Hikâye ve Bir Soru
Kayseri’nin soğuk sabahlarından birinde, elimde bir fanus, içinde minik bir Japon balığı vardı. Gözlerindeki o saf umut, o kadar taze ve temizdi ki, bana hayatın bazen ne kadar basit ve güzel olduğunu hatırlatıyordu. Ama işte, o balığı almak için bir anlık heyecanla attığım adımın, aslında ne kadar yanlış bir karar olduğunu çok geç fark ettim.
Bir sabah, annemle pazara gitmek üzereyken, vitrinlerde balıkların yüzdüğü o küçük pet shop’u gördüm. Hemen içeri girdim, ne olduğunu anlamadan. O an, bir balık almak, sabahın sessizliğinde hissettiğim eksikliği doldurmak gibiydi. Yalnızlık, belki de biraz kaybolmuşluk… O balığı almak, sanki içimdeki boşluğu bir nebze olsun dolduracak gibiydi.
“Bu minik Japon balığı da ne kadar masum görünüyor,” dedim içimden. O kadar küçüktü ki, sanki bir dalga gibi sessizce hareket ediyordu. Aldım ve eve dönerken kafamda binlerce düşünceyle yol alıyordum. Japon balığı fanusta neden ölür? sorusunun cevabını vermek, belki de bu hikayeyi anlatmak kadar önemli olacaktı.
Fanusun İçinde, Duygularım da Sıkıştı
Eve geldiğimde, balığı çok dikkatlice fanusa yerleştirdim. Fanusun etrafında o kadar heyecanlıydım ki, balığı izlerken kalbim çırpınıyordu. Fakat, bir süre sonra bir şey fark ettim: Ne kadar mutlu görünse de, balık sürekli aynı yerde dönüp duruyordu. Sanki özgürlüğü kısıtlanmış gibiydi.
İlk günler her şey çok güzeldi. Onu izlerken hep huzur buluyordum. Fakat zaman geçtikçe balık biraz daha hüsran dolu gözlerle yüzmeye başladı. Zihnimde bir soru belirip duruyordu: “Bunu neden yapıyorsun? Neden böyle bir şey aldın?”
Gözlerimdeki şaşkınlıkla, balığımı izlerken içimde bir boşluk oluştu. Yavaşça fark ettim ki, ona yetebilecek kadar sevgim vardı ama ona doğru bir yaşam alanı sunamamıştım. Balığın sınırları, benim de sınırlarımdı. İçimde bir boşluk, bir hayal kırıklığı vardı. Sanki fanus, benim kendi içimdeki daralmayı da simgeliyordu.
Bir Gelişim ve Bir Çöküş
Günler geçtikçe, balığım hiç durmaksızın dönmeye devam etti. Hızla geçip giden günlerle, ben de içsel bir değişim yaşadım. Japon balığımın halsizleşmesi, bana hayatta sıkışıp kalmanın nasıl bir şey olduğunu düşündürdü. O daracık fanusta nasıl sıkıştığını görürken, ben de bazen hayatta bir yere sıkışmış gibi hissediyordum. Hayal kırıklığım büyüdü. Hayatın bana ne sunduğu, ne kadar dar bir alan sunulduğu, gerçekte ben ne kadar sınırlıydım… Bunların hepsi birer soru işareti haline geldi.
Bir sabah uyandım ve balığımın yüzgeçlerinin çok zor hareket ettiğini gördüm. Zihnimde o kadar çok şey vardı ki, belki de onun ölümüne neden olan şey, sadece fanusun boyutu değildi. Onun daha büyük bir akvaryuma ihtiyacı vardı, ama daha da önemlisi ona daha fazla alan vermeliydim. Yalnızca yüzebilmesi için değil, kendini özgür hissetmesi için de bir alan.
O an, bir bağ kurulmuştu; fanusta balık, aynı zamanda benim içimde sıkışan bir şeydi. İçsel dünya ile dışsal dünya arasındaki o ince çizgiyi anlamaya başladım.
Sonunda Bir Kaybın Farkına Varış
Bir sabah, balığım çok fazla hareket etmiyor, sadece suyun dibinde sessizce duruyordu. O an gözlerimde biriken yaşlar, içimdeki eksikliği gösteriyordu. Balık, bir şekilde fanusta hapsolmuştu. Onu çok sevmiştim ama belki de bu sevgi, ona özgürlük vermekti. Yalnızca bir canlıya değil, ona doğru bir yaşam alanı sunmaya ihtiyacım vardı.
Balığımı kaybettiğimde, bir şeyleri tam anlamıyla kaybettiğimi hissettim. O an, Japon balığının fanusta ölmesinin bir metafor olduğunu fark ettim. Gerçekten de, bazen insan ne kadar iyi niyetle bir şeyler yaparsa yapsın, dar bir alanda hapsolmuş olmak, her zaman sonu getiriyor. Balık ölmeden önce, en azından bir kez özgürce yüzebileceği bir yer olması gerekirdi.
Hayat, Dar Alanlarda Yaşanmaz
İçimden geçirdiğim duyguları yazıya dökerken, bir şeyi net olarak anladım: Japon balığı fanusta neden ölür? Çünkü balığın yaşam alanı kısıtlanmıştır. Aynı şekilde, biz de hayatımızı bazen dar bir alanda yaşarız. İçsel dünyamız, dış dünyamızla çeliştiği anda, o dar alanlar içinde sıkışıp kalırız. Özgürlük, aslında sadece fiziksel bir durum değildir; ruhumuzun da özgür olması gerekir.
O minik Japon balığının ölümünden sonra, bir şeyler değişti. Hayatın gerçekten ne kadar kırılgan ve değerli olduğunu daha iyi fark ettim. Özgürlüğün, sadece kendi alanımıza sahip olmak değil, aynı zamanda ruhsal olarak da genişleyebilmek olduğunu anladım.